BASIN AÇIKLAMASI
Tarih: 30.12.2014 | Okunma Sayısı: 1362
 
 
 
 
 

 

KAMUOYUNDA MAKUL ŞÜPHE YASASI OLARAK ADLANDIRILAN 6572 SAYILI HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN VE İÇ GÜVENLİK PAKETİ İLE İLGİLİ ORDU BAROSU YÖNETİMİ OLARAK BASIN AÇIKLAMASINDA SİZLERLE BİRLİKTEYİZ.

 

Bilindiği üzere 10 Aralık İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabul edilişi nedeni ile esasen gündemdeki bu yasa ile ilgili endişelerimizi dile getirmiş, bu hatadan dönülmesini arzu ettiğimizi bildirmiştik.

Fakat çok kısa zaman sonra maalesef kamuoyunun sesine kulak verilmeyerek, hukuk adına kaygı verici bu yasa cumhurbaşkanımız tarafından onaylanmış ve akabinde de derhal uygulanmaya başlanmıştır.

Makul şüphe ile arama getiren, mal varlığına el koymayı kolaylaştıran, Adli Yıl açılış törenini kaldıran, avukatın dosyaya erişimini kısıtlayan ve Yargıtay ile Danıştay'ın yapısını değiştiren, yargıda siyasallaşmaya sebebiyet verecek yasanın hukuk adına kabul görmesi mümkün değildir.

Bu yasaya göre ‘somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’ yerine artık ‘makul şüphe' ile şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu ve işyerinde arama yapılabilecek. Yasayla ‘taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma’nın kapsamı da genişletilmiştir. Bu kapsamda daha çok soyut bir iddia olarak görülen ‘anayasal düzene ve devlete karşı işlenen suçlarda’ da mal varlığına el koyma kararı verilebilecek.

21 Şubat 2014’te 6526 sayılı kanunla Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 116. Maddesi değiştirilmiştir ve maddedeki “makul şüphe varsa kişinin üstü eşyası, konutu ve ona ait diğer yerler aranabilir” ibaresi, “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” ibaresi ile değiştirilmiş ve hukuk adına sevinç verici not olarak kayıtlara düşmüş iken, tekrar makul şüpheye dönüşe bir anlam vermek mümkün olmadığı gibi, zamana ve çıkarlara göre hukuk kurallarıyla oynamanın toplumda hukuka güveni yok edeceğinin de bilinmesi gerekir. 

“Makul şüphe” kavramı belirsiz ve esnek bir kavramdır. Makul şüphenin ne olduğunu belirleme inisiyatifi hâkime verilmiştir. Yani makul şüphenin ne olduğu belli olmamakta ve bunun nasıl kullanılacağı da bilinmemektedir ve uygulamalar da kaygılarımızı haklı çıkarmaktadır.

Şubat 2014’de yapılan düzenleme ile dosyalarda gizlilik kararı avukatlar açısından kaldırılmış ve dosya avukatların incelemesine açılmış iken yeni yasa ile bu gizlilik kararı tekrar getirilmiştir. Kör topal bir savunma ayağı ile hukuk sağlanamaz. Her bireyin ne ile suçlandığını bilmeye hakkı olduğu gibi, avukatın da müvekkili adına dosyayı inceleme ve müvekkilini bilgilendirme hakkı mevcuttur. Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde; “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. Her sanık en azından… “ Kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkına sahiptir. Avukatlık Kanununun 46. maddesi ‘Avukat veya stajyer, vekâletname olmaksızın dava ve takip dosyalarını inceleyebilir. Bu inceleme isteğinin ilgililerce yerine getirilmesi zorunludur.’ düzenlemesini içermektedir. Bu bağlamda avukatın dosya inceleme yetkisinin kısıtlanması yönündeki düzenlemenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı başta olmak üzere evrensel hukuk normları nazarında bir karşılığı yoktur.

Artık birçok soruşturmada, savunmanın soruşturma dosyasına ulaşım hakkının, tıpkı eskiden olduğu gibi keyfi olarak sınırlanacağını ve savunma hakkının ağır yara alacağını tahmin etmek zor değildir.

Adli yıl açılış töreninin kaldırılmasının üzerinde yorum yapmak dahi güçtür. Yürütmenin temsilcilerinin yılda bir kez dahi olsa yargının ve onun ayrılmaz parçası olan savunmanın eleştirilerini dinlemeye tahammül edememesi gibi çok üzücü bir görünüm ortaya çıkmıştır. On yıllara dayanan gelenekleri gündelik siyaset adına bir çırpıda kaldırmak, kurumlara geri dönüşü olmayan zararlar verecektir.

Yasanın en önemli maddelerinden biri de; Sulh Ceza hâkimlerinin tüm ülke genelinde etkin olacak kararlar verebilecek olması. Yani böylece tüm ülke gerekirse bir hâkim kararıyla dinlenebilecek ya da aranabilecek. Bu düzenlemeye mevcut yasalarımızın ışığı altında kesinlikle ihtiyaç yoktur. Zaten Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 118. Maddesi Suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde arama yapılmasını kabul etmiş ve bu konu ile ilgili kolluğun inisiyatifini ya da başka bir deyimle “sıcak takip” anında hareketini genişletmiştir. Bu durum kanunda hali hazırda mevcutken başka konuları bahane ederek antidemokratik yolların önünü açmaya çalışmak kabul edilemez ve edilmemelidir.

“Yargıtay’ın iş yükü sorununun çözümü Yargıtay’ı büyütme anlayışıyla çözülemez. “istinaf mahkemelerinin” etkin olarak işletilmeye başlatılması gerekirken, doktrin ve içtihat ağırlıklı hukuk makamı olan Yargıtay’ı esas görevinden uzaklaştıracak değişiklikler hukuka uygun değildir.

Ayrıca kamuoyunda yeterince tartışılmadan oluşturulan iç güvenlik paketi de komisyondan geçmiş durumdadır. Pakette sıkıntılı düzenlemelerin yer aldığı da açıkça gözlemlenmektedir.

Neyin suç olduğuna neyin olmadığına savcı ve hâkimlerin değil de iktidar kontrolündeki mülki amirler ve kolluk güçlerinin karar vermesine imkân tanıyan paketteki düzenleme ile güçler ayrılığı prensibi zedelenmekte, yürütmenin yargının yetki sahasına girmesi sağlanmakta ve hukuksuzluğa zemin hazırlanmaktadır.

Polisin ve jandarmanın şüpheli gördüğü kişileri durdurup hâkim kararı olmaksızın bu kişilerin üstünü, eşyalarını ve aracını arayabilmesine, gerekli görürse gözaltına alabilmesine imkân veren maddeye göre, şüpheli görülen herhangi biri sokakta günün herhangi bir saatinde polis tarafından durdurulabilir, üstü aranabilir. Maddede ayrıca, kolluk güçlerine “dur” ihtarına uymayanlara ateş açma yetkisi veriliyor. Bunun kötüye kullanılması halinin geri dönülmez hatalara ve insan hayatlarına mal olacağını tahmin etmek güç değildir.

Kamuoyunun bilgilenme ve sürece katılma gibi en temel demokratik haklarını ihlal eden, ihtiyaca cevap vermekten uzak bu tür düzenlemelerden adalet değil, karmaşa ve adaletsizlik çıkar. Devletin ya da hükümetin görevi kural olarak, özgürlükleri geliştirmek ve önündeki engelleri kaldırmak iken, bu tür düzenlemeler bir polis devleti inşası temelleri mi atılıyor şüphelerini beraberinde getirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, bir kanun devleti olmaktan öte gerçek anlamda demokratik bir hukuk devleti olmalıdır.

İnsan hakları ihlallerinin olmadığı, demokrasinin tam olarak özümsendiği, hukuk devleti kurallarının tam olarak uygulandığı bir ülke hepimizin beklentisi ve ortak amacıdır.

Unutulmamalıdır ki hukuk herkese lazımdır.

Ayrıca Konya’da tutuklanan ve daha sonra serbest bırakılan 16 yaşındaki lise öğrencisinin, iddia edilen hakaret olayına onay vermemekle beraber, gerek tutuklama şeklinin gerekse tutuklama işleminin hukuk devleti standartlarında olmadığını, toplum vicdanını sızlattığını ve bu gibi durumları kesinlikle tasvip etmediğimizi de ayrıca ifade ediyoruz.

Son olarak geçtiğimiz günlerde, İstanbul’da bir mahkeme hâkiminin ara karar okunurken ayağa kalkmayan meslektaşımızın oturduğu sandalyeyi kaldırtmasının, avukatlık mesleğine ve savunmanın kutsallığına bir saldırı olduğunu, usul kanunlarında olmayan bir hükmün bu kadar ısrarla avukatlara dayatılmasına ve kriz haline getirilmesine anlam veremediğimizi, bu bağlamda İstanbul 4. İş Mahkemesi Hakimi Ali Yiğin'i avukatlık mesleği ve savunmanın kutsallığı adına kınadığımızı da ayrıca dile getiriyoruz.

Ordu Barosu olarak hukuk adına endişe verici bu yasadan ve henüz onaylanmamış iç güvenlik paketindeki polis devleti oluşturacak hükümlerden bir an önce geri dönülmesini temenni ediyor, demokratik hukuk devletini arzuladığımızı ve her türlü hukuksuzluğa karşı olduğumuzu beyan ediyoruz. 

                                                                                                         ORDU BAROSU

 

ETKİNLİK TAKVİMİ

22.11.2024
AV. BİRSEN UÇAR
BARO BAŞKANI

© Web sitesi hizmeti Türkiye Barolar Birliği tarafından verilmektedir.